2021 planından 2022 kaosuna mı?

Abone Ol
Sıkıştırıldığımız köşeden kurtulmanın en iyi yolu, Erdoğan yönetiminin hamleleriyle kazandığı zamanın sonlu bir zaman olmadığını hatırlamak. Kısacası savaş, acil durum, olağanüstü koşullar bilanço dışı (risklerin bugünden hesaplanamadığı ve açıklanmadığı) politika yapımını kolaylaştırıyor. Bir önceki yazımı “bedeli ne olursa olsun geniş halk kitlelerine ödetilerek, kriz yönetilebilir” cümlesiyle bitirmiştim. Erdoğan yönetiminin tercihi, politika faizini artırmadan kur oynaklığını bir süreliğine durdurmak oldu. Bilindiği üzere mevduat sahiplerine Türk Lirasını tercih etmeleri durumunda kayıp yaşarlarsa, kaybın telafi edileceğine yönelik garanti sunuldu. Önümüzdeki aylar ve 2022 için bu tercih ve politika yapımı düzlemi bize ne söylüyor kısaca açıklamaya çalışayım. Ancak öncesinde buralara nereden geldik hatırlamak gerekli. 2021 planı neydi? Bundan yaklaşık bir yıl önce ayrıntıları belirginleşmiş bulunan 2021 planı, yılın ilk yarısında sıkı para politikası uygulanmasını öngörüyordu. Bu dönem zarfında açıklanacak reform paketi ile yatırımcılara güvence temin edilmesi öngörülmüştü. Ana hedeflerden birisi “ters para ikamesi”nin gerçekleşmesiydi. Bir başka ifadeyle döviz ve altın pozisyonunu tercih eden hanelerin, Liranın değer kaybı engellendiği için Türk Lirası’na geçecekleri bekleniyordu (ne kadar da tanıdık geliyor). Başka bir ifadeyle 2021 planının ana ayaklarından birisi 2018-19 krizinden bu yana pek dur durak bilmeyen dövize hücumun sona erdirilmesiydi. Söz konusu plan daha Naci Ağbal görevden alınmadan önce aksaklıklar yaşadı. Yüksek enflasyon oranları Saray eşrafında faiz indirimleri için sabırsızlananlar ile bir süre daha bekleme arzusunda olanlar arasındaki tartışmayı alevlendirdi. Ancak planı aksatan ana olay hanelerin bir türlü TL’ye dönmemesiydi. Bankalardaki toplam yabancı para mevduatları Mart 2021’e gelindiğinde halen yıla başlandığı noktada, 260 milyar dolar seviyesinde çakılıydı. Bu önemli değişkeni göz önünden düşürüp, kur oynaklığı azalır azalmaz faiz indirimleri hazırlığına girişenler, 2021 yaz aylarında 2022 ve belki de 2023’ü nasıl çıkaracaklarına dair bir haritayı ellerindeki malzemeden devşirmeye soyundular. Son yılların reçetesi (faiz indirimi ve kredi genişlemesi) yeniden cari açığın sorun olmaktan çıkacağı vurgusuyla bezendi ve Eylül ayından itibaren faiz indirimleri başladı. Bu yönelim kur atakları arka planında bir ekonomik savaş halesine sarmalanarak güçlendirilmeye çalışıldı. Liranın değer kaybının ihracata verdiği destek, modelin erken başarısı olarak sunuldu, devamı geleceği müjdelendi. 2022 takvimi nedir? Aralık ayında yaşananlar küresel finansal koşullar 2022’de bir kez daha değişecekken iyi planlanmamış bir rekabetçi kur politikasının büyük güvensizlik yarattığını ve bankacılık sistemini zorladığını gösterdi. Daha önce tartışıldığı anlaşılan, fakat riskleri nedeniyle tercih edilmeyen tavşan şapkadan çıkartıldı ve kur korumalı mevduat uygulamasıyla mudilere garanti sunuldu. Etkinin katlanması amacıyla yapılan arka kapıdan döviz satışlarıyla yabancı paralar karşısında Liranın geçici bir süreliğine değer kazanması sağlandı. 2022 için Erdoğan yönetiminin öngörülerinin net bir takvime bağlandığını düşünüyorum: Türk Lirası’nın değer kaybını ilk çeyrekte yüzde 20’nin altında tutmak, başkanlık sistemi altında zaten tamamen anlamını yitirmiş bütçenin olanaklarını kullanarak geniş toplum kesimlerinin sıkıntılarını hafifletmek, 2022 yazını ve yüksek büyümeyi işaret ederek sabır telkin etmek. Bu süre zarfında ekonomik atılımın gerçekleştiğini göstermeye çalışmak ve yeni bir teşvik-destek programı ile ihracatçı sektörlere ek destekler sunmak, aynı zamanda yatırımları artırmaya çalışmak. İhracatçı sektörlerin kur riskinin bir ölçüde üstlenildiği bu tercihin bazı sermaye grupları açısından faydalı sonuçlar doğuracağını söylemeye lüzum yok. Hazine’nin yükünü milyarlarca Lira artıracak bulunsa da kur korumalı mevduat uygulamasının ve genel olarak bu çerçevenin sonunu getirecek olan husus Hazine’nin kaynakları değil (Çünkü bu 2023’ün ve sonrasının sorunu). Düşük politika faizinin ne kadar korunabileceği ve hatta ne kadar indirilebileceği hanelerin dövize hücumunun tekrarlanmaması, yabancı para mevduatlarında çözülme görülmesi ve Aralık ayındakine benzer bir finansal sıkışmanın yaşanmamasına bağlı. Sonlu bir zaman değil Ne iktisatçıların ne siyaset bilimcilerin işi kehanette bulunmak. Kararların nasıl ortaya çıktığı, hangi toplum kesimlerini nasıl etkilediği ve toplumsal sınıfların konumları ve mücadelelerinin nasıl biçimlendiğini gösteren bir sosyal bilimci görevini yerine getirmiş demektir. Ancak bu tartışmayı yapmak veri karartması ve bilanço dışı politika yapımı nedeniyle son derece zorlaşmış bulunuyor. Daha önce de kullandığım şekilde ifade edecek olursam “riskin toplumsallaştırıldığı, kamu otoritesinin üstlendiği maliyetin ne olduğunun takip edilemediği” bu politika yapım düzlemi alınan kararların ileride nasıl sorunlar yaratacağının bugünden net bir şekilde ifade edilmesini engelliyor. Örneğin Merkez Bankası’nın takas dışı rezervlerinin ekside seyretmesi, ilerideki döviz müdahalelerinin zamanlamasını başka MB’ler yapılabilecek takas anlaşmalarına bağımlı kılıyor. Devlet bankalarının kredi kampanyalarıyla yaratılan genişlemenin ne kadarlık bir görev zararı (yeni adıyla görev gideri) ortaya çıkaracağını ancak aylar geçtikten sonra öngörebilmeyi getiriyor. Ya da kur korumalı mevduat aracılığıyla sunulan garantinin Hazine’ye birkaç on milyar TL mi yoksa birkaç yüz milyar TL mi yük getireceği, bu hesabı tercih eden yurttaş sayısına, onların hesaplarındaki para miktarına ve ileride TL’nin ne kadar değersizleşeceğine bağlı olarak ortaya çıkacak. Bu bağlamda sıkıştırıldığımız köşeden kurtulmanın en iyi yolu, Erdoğan yönetiminin hamleleriyle kazandığı zamanın sonlu bir zaman olmadığını hatırlamak. Kısacası savaş, acil durum, olağanüstü koşullar bilanço dışı (risklerin bugünden hesaplanamadığı ve açıklanmadığı) politika yapımını kolaylaştırıyor. Bu durum iktidardakilere zaman kazandırıyor. Ancak söz konusu zaman önceden bilinebilecek bir son tarihte nihayete ermiyor. Çünkü aynı işlemlerin tekrarlanabildiği, yeni manevraların yapılabildiği ve gelecekle yeniden köprülerin kurulabildiği (eski köprülerin onarıldığı ya da atıldığı) bir zaman yönetimi arka planında politika kararları alınıyor ve uygulanıyor. 2022 umut yılı olur mu? Hem 2021’den aktarılan sorunlar, hem de 2022 takvimi ve zaman yönetimi bizlere ne söylüyor olabilir? Politika tercihleri büyük bir finansal kriz deneyimlenmediği müddetçe seçime (ya da başka bir savaş anına) kadar “yeni model”e bağlılık, kur garantileri ve kamu kaynaklarının kullanılmasının devam edeceğini, bu süre zarfındaki arazların hem ikna hem de baskı yoluyla giderileceğini gösteriyor. Yüksek fiyat artışları, dayanılmaz hayat pahalılığı ve kesif baskı ortamı nedeniyle geniş toplum kesimlerinin hayat standartlarında gerileme devam edeceği için 2022 kaos yılı olmaya aday. Aynı zamanda siyaseten etkili bir karşı koyuşun, iktidardakiler tarafından tutuklamalar ve hedef göstermelerle karşılanacağı da aşikâr. Liranın değersizleşmesiyle ya da ekonominin dibe vurmasıyla yaşanabilecek bir oynaklığın Erdoğan yönetimini istemediği bir zamanda seçime zorlayacağı bir alt üst oluş beklemek zaten anlamlı değildi. 2022’de kur çalkantıları görecek olsak da bu beklentinin modası gelmiş de geçmiş bulunuyor. Israrla yapılabileceklere işaret etmek, kişilerle sınırlı olmayan sistemik sorunları gündeme getirmek bu karanlığa karşı en iyi direnme yolu. Demokratik ve planlı bir ekonominin nasıl inşa edileceğini, otoriterlikten nemalananların nasıl bedel ödeyeceklerini anlatmadan “bunlar ekonomiyi yönetemiyor” demek topu taca atmaya benziyor ve kazanmayı güçleştiriyor. Üstelik bu sıkışmışlık 2022 kaosu sırasında milyonların muhalefetten de umut kesmesi riskini gündeme getiriyor. Yazıda çizmiş olduğum çerçevenin karamsar değil son derece umutlu olduğunu hatırlatarak bitireyim. 2022’nin umut ve değişim dolu olmasını sağlamak, beklemeyi bırakmaktan, atlatmayı ummamaktan, yapabileceklerimize odaklanmaktan geçiyor.