200 bin yılın öyküsü

Abone Ol
10 bin yıl önce dünya üstünde sadece 1 milyon kişiydik. 1800’lü yıllara geldiğimizde 1 milyar kişi olmuştuk. 1980’de 4 milyar kişi olduk ve şu anda 8 milyara yaklaştık. Bu yüzyılın sonuna doğru en az 10 milyarlık bir nüfusa sahip olacağız. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), 1970-2021 yılları arasında aşırı hava, iklim ve su kaynaklı afetler nedeniyle 2 milyondan fazla kişinin yaşamını yitirdiğini ve 4,3 trilyon dolarlık ekonomik kayıp yaşandığını bildirdi. WMO, 22 Mayıs'ta başlayan ve dört yılda bir düzenlenen Dünya Meteoroloji Kongresi için yeni raporunu yayımladı. Rapora göre, 1970-2021 arasında 11 bin 778 doğal felaket yaşandı. Aşırı hava, iklim ve su kaynaklı afetler nedeniyle 2 milyondan fazla kişi yaşamını yitirdi ve bu felaketler 4,3 trilyon dolar tutarında ekonomik kayba yol açtı. Doğal felaketler nedeniyle ekonomik kayıplar artarken, gelişmiş erken uyarı sistemleri ve koordineli afet yönetimi son 50 yıldaki can kayıplarını azalttı. Dünya genelinde bildirilen ölümlerin yüzde 90'ı gelişmekte olan ülkelerde meydana geldi. Yalnızca ABD son 51 yılda dünya çapındaki ekonomik kayıpların yüzde 39'unu oluşturan 1,7 trilyon dolar tutarında zarar bildirdi. Az gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan küçük ada ülkeleri, aşırı doğa olayları nedeniyle orantısız maliyetlere maruz kaldı. 2020 ve 2021'de aşırı doğa olayları nedeniyle toplamda 22 bin 608 ölüm kayıtlara geçti. Ekonomik kayıpları artıran doğa olaylarının birçoğunun "fırtına" kategorisine girdiği kaydedildi. Yukarıda belirtilen tespitlerin aşırı hava, iklim ve su kaynaklı afetler dışındaki afetleri (deprem vs.) kapsamadığını belirtmek isterim. Raporun en can alıcı tespitlerinden birisi de ölümlerin yüzde 90'ının gelişmekte olan ülkelerde meydana gelmiş olması. “Neden bu duruma gelindi?” sorusunun cevabını vermek için son 200 bin yılın kısa hikâyesini yazmak gerekir. İnsanoğlu olarak sahip olduğumuz aklımız, aklımızın bize sunduğu yaratıcılık ve bu yaratıcılık güdüsünün bir ürünü olan ve tüketim faaliyetlerinin de içinde olduğu devinim süreci bugün karşı karşıya kaldığımız küresel sorunların en önemli sebeplerindendir. İnsanoğlunun varoluş macerası yaklaşık 200 bin yıl önce başladı. 10 bin yıl önce dünya üstünde sadece 1 milyon kişiydik. 1800’lü yıllara geldiğimizde 1 milyar kişi olmuştuk. 1980’de 4 milyar kişi olduk ve şu anda 8 milyara yaklaştık. Bu yüzyılın sonuna doğru en az 10 milyarlık bir nüfusa sahip olacağız. Kuşkusuz bu noktaya insanlık tarihinin geçirdiği birkaç medeniyet safhasından sonra geldik: Tarım Devrimi, Endüstri Devrimi ve daha çok batı dünyasında görülen Toplum Sağlığı Devrimi. Bu devrimler nasıl yaşadığımızı belirleyen birtakım değerler üretmenin yanı sıra bir nevi dünyamızın şeklini de belirledi. Tarım Devrimi bizi avcı-toplayıcı yaşam biçiminden alıp oldukça organize bir şekilde üretim yapan bir gıda üreticisi olarak gelişmemize neden oldu. Tarım Devrimi dört safha içinde gelişti: Birincisi, 13 bin yıl önce hayvanları evcilleştirmeye başlamamız ile gerçekleşti. İkinci devrim, 13. yüzyılda bitki türlerinin üretilmesi ile başladı. Üçüncü Tarım Devrimi dönemi ise 15. yüzyıl ve 16. yüzyıl arasında gerçekleşti. 1960 yılına geldiğimizde artık gıda devriminin ortasındaydık. Devamlı sayımız artıyordu ve daha fazla gıdaya olan ihtiyacımız da aynı oranda artış gösteriyordu. Mevcut tarımsal sistem bu sınırsız tüketim ihtiyacını karşılamaya yetmiyordu. Bunun üzerine Yeşil Devrim bize daha fazla gıda sağladı. Bunu gerçekleştirirken büyük bir hata yaptık ve kimyasal pestisitler, (zararlı bitki zehirleri, böcek zehri) kimyasal herbisitler, (bitkileri yok eden madde) suni gübreler kullandık ve eşi benzeri görülmemiş büyüklükte toprağı bu amaç doğrultusunda zehirledik. Bu amaç için hayvanları yapay besinlerle şişirdik ve doğayı bencilce kullandık. Bu devrimin bedeli ise ağır oldu: Doğal yaşam ortamının kaybı, çevre kirliliği, aşırı ve kontrolsüz avlanma. 1980’de dünya üzerinde 4 milyar kişi olduk. Yeşil Devrim daha fazla gıda üretti. Bu sınırsız üretim gıda fiyatlarını da ucuzlaştırdı. Bunun sonucunda harcamak için kalan paramızda artış oldu. Biz de bu artan parayı “şeylere” yatırmaya başladık; televizyonlar, cep telefonları, arabalar, giysiler, tatiller gibi. Bu tüketim cümbüşünün tam merkezinde anormal bir şekilde büyüyen bir ulaşım sektörü gelişti. 1960 yılında dünyadaki bütün yolların üstünde 100 milyar araba bulunuyordu. 1980 yılına gelindiğinde ise araba sayısı 300 milyonu bulmuştu. Tüm bu tüketim deviniminde satın aldığımız bütün eşyalar, tükettiğimiz bütün gıdalar ve bunları üretmek için gerekli olan bütün kaynaklar ve ham maddelerin dünya genelinde taşınması gerekiyordu. Sadece 10 yıl sonra 1990’da 5 milyar kişi olduk. İşte tam bu noktada devamlı artan nüfusun yol açtığı sorunların işaretleri görülmeye başlandı. Canlıların yaşaması için en önemli fizyolojik unsurlardan biri olan suya olan ihtiyacımız en üst seviyesine ulaşmıştı.
Sayımızın arttığı hızda iklimde de değişmeler gözlenmeye başladı. Önlenemeyen nüfus artışı sonucunda su ve gıda ihtiyacı da arttı. Bu, toprak kullanımının artışına ve ormanlık alanların hızla azalmasına neden oldu.
1984 yılında Etiyopya’da bulunan gazeteciler kıtlıktan bahsediyorlardı ama biz buna aldırmadık. Kısa bir süre sonra kıtlığın sadece Afrika’nın kaderi olmadığı gerçeği ortaya çıktı. Neredeyse her yerde Avustralya, Asya, Amerika ve Avrupa’da olağandışı kuraklık ve olağandışı seller meydana geliyor, bunların sıklığı ve şiddeti sürekli artıyordu. 2000 yılına geldiğimizde 6 milyar kişi olduk. Bu noktada dünya bilim çevresi CO2 birikiminin atmosferdeki metan ve diğer sera gazlarının, artan tarım, arazi kullanımı ve üretim sonucu iklimi değiştirdiğini belirledi. Sonunda karşımızda daha önce görmeyi kabul etmediğimiz ciddi bir tehlike ve sorun olduğunu fark ettik. 1998 yılı dünya tarihinin en sıcak yılı olarak kayıtlara geçti. Sadece 12 yıl içinde 1 milyar kişi daha dünya nüfusuna katıldı. Sayımız arttıkça suya olan ihtiyacımızla birlikte, daha fazla gıdaya, daha çok toprağa, daha fazla nakliyeye ve daha fazla enerjiye olan ihtiyacımız arttı. Sayımızın arttığı hızda iklimde de değişmeler gözlenmeye başladı. Önlenemeyen nüfus artışı sonucunda su ve gıda ihtiyacı da arttı. Bu, toprak kullanımının artışına ve ormanlık alanların hızla azalmasına neden oldu. Gıdaya olan ihtiyacın çoğalması ile gıda üretimi ve bu gıdaların nakliyesi için kat edilen yollar çoğaldı. Bütün bu gelişmeler, daha fazla enerji kullanımına neden oldu. Bu da sera gazlarının özellikle CO2 ve metanın emisyonunu ve iklim değişikliği hızını artırdı. İklim değişikliği arttıkça su, gıda ve toprak paylaşımımızda sorunlar ve baskılar başladı. Nüfus arttıkça ve ekonomiler büyüdükçe, bütün sistem üstünde baskı da artmaya başladı. Dünyanın gıda üretiminin tamamı kararlı iklim koşullarına bağımlıdır. Fakat şu anda, iklim için denecek son şey kararlı olmasıdır ve iklim zamanla daha kararsız bir hâle gelecektir.