Loading...
2017 halk oylaması sonrasındaki Türkiye’deki bugünkü siyasal rejim, ne tam demokrasi ne de tam otoriter olmayan (hybrid, melez)bir rejim olan neo-patrimonyal sultanizm içeriğinde, Türkiye’ye özgü neo-Hamidyen bir uygulamadır.En rutin kararların bile karar alma süreleri uzadı. Hukukun, bilimselliğin ve uzmanlığın karar almadaki rollleri aşınmaya başladı. Aşırı merkezileşme ve siyasal kararların alınmasındaki kişiselleşme bir yandan uzmanlık ve liyakat yerine, partizanlık ve sadakat temelli ilişkilerin kamu bürokrasisinde yaygınlaşmasına neden oldu. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri’nin (CBK) alınmasında bu tür duyarlılıklara ve kamu bürokrasisinin alışkın olduğu denetime dayalı yasa yazımı usullerinin dışına çıkılması nedeniyle hatalar oluşmaya başladı. Çıkartılan CBK’lerinin çoğunluğu az sayıda çıkan daha önceki CBK’ların değiştirilmesive düzeltilmesi için çıkmaya başladı (Kalaycıoğlu 2021: 119). Siyasal karar belirsizliği ve istikrarsızlığı yaygınlaştı. Kurumsal yapılar, kurallar, yasa ve anayasa gibi kaynakları kendi uygulamaları için pek dikkate almayan bir yönetim ortaya çıktı. Anayasa ve yasaların uygulanmasında eşitsizlik, iktidardaki AKP ve MHP üyeleri için bir standart, diğer muhalefet partileri için başka bir standardın doğması sonucunu doğurmuştur. Üniter devlet ve demokratik rejimlerde son derecede önemli olan temel değerlerin başında gelen eşitlik ilkesi uygulamada önemli ölçüde aşınmıştır. Bu durum hakkaniyet ve adalet konusunda da farklı algıların ve aşınmanın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Aşırı merkezileşmiş ve kişiselleşmiş siyasal karar alma uygulamaları ile birleştiğinde anayasa, yasa ve kurumların kendi başlarına etkinliklerini sürdürmeleri olanağı kalmadı. Yürütme zaten 2017 halk oylamasıyla Cumhurbaşkanı’ndan ibaret olarak kabul edilmişti. Aynı değişiklikler Cumhurbaşkanı’nın siyasal parti üyesi hatta başkanı olabilmesine de izin verdiğinden, Cumhurbaşkanı parti başkanı rolü oynamaya devam etti. Aynı zamanda başbakanlık da ilga edildiğinden Cumhurbaşkanı hükümet başkanı da oldu. Böylece üç şapkası birden olan muazzam bir güç yoğunlaşmasına konu olan bir Cumhurbaşkanlığı rolü oluştu. Bunun bir sonucu bu üç şapkanın aynı zamanda taşınmasının olanaksızlığıydı. Cumhurbaşkanlığı tüm devlet ve milleti kucaklayıcı bir konumda olduğundan Anayasa’daki yemininde “tarafsız” olacağına yemin ediyordu (md. 103). Ancak, aynı zamanda bir partinin üyesi hatta başkanı olduğu için o partiden taraf olmak durumundaydı. En azından bu iki rolün bağdaşması olanaksızdı. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalefete son derecede ağır bir biçimde yüklenen, gayet partizan bir söylemi hiçbir zaman da terk etmedi. Bundan belki de daha vahim olanı, yürütmeyi oluşturan Cumhurbaşkanı, aynı zamanda parti başkanı olarak TBMM içindeki parti grubu üzerinde gayet büyük bir etkiye sahip olmaya devam etti. Seçimlerde aday olacak milletvekillerinin listelerini belirlemekten, yasa tekliflerinin içeriklerine kadar her hususta parti başkanı olan Cumhurbaşkanı etkili olarak yasamayı da AKP çoğunluğunu kullanarak etkisi altında bulundurmaya devam etti.
Aşırı merkezileşmiş ve kişiselleşmiş siyasal karar alma uygulamaları ile birleştiğinde anayasa, yasa ve kurumların kendi başlarına etkinliklerini sürdürmeleri olanağı kalmadı. Yürütme zaten 2017 halk oylamasıyla Cumhurbaşkanı’ndan ibaret olarak kabul edilmişti.Nihayet, Adalet Bakanı’nın ve Bakanlık bürokratlarının da etkili olduğu Hakim ve Savcılar Kurulu (HSK), TBMM çoğunluğu ve doğrudan Cumhurbaşkanı eliyle yapılan yargıç ve savcı atamaları sonucunda yürütmenin yargı üzerinde de müthiş güçlü bir etkisi oluştu. HSK içinde Adalet Bakanlığı’nın ayrıca terfi, görevden alma, görev yeri değişiklikleri kararları gibi hususlardaki etkisiyle de yürütme adeta yargıyı vesayet altında tutan bir nitelik kazandı. Özetle, Amerikan Başkanlık rejimi başta olmak üzere katı kuvvetler ayrılığına dayalı hiçbir demokratik başkanlık sisteminde olmayan ve olması mümkün olmayan bir kuvvetler birliği ve Cumhurbaşkanlığı vesayeti 2017 sonrasında tesis olunmuş bulunuyor. Bu siyasal bağlamda (context) iktidar her türlü eleştiri ve muhalefeti fitne ve fücur olarak kabul etmeye başladı. Bu ortam özellikle medya, basın ve akademik kurumlarda işten çıkarmalar, istifalar, hukuki soruşturmalar ve yargılamalara ve hatta uzun süreli mahkûmiyet kararlarına yol açmıştır. Özellikle Cumhurbaşkanı’nı eleştiren açıklamalar gayet geniş bir hakaret tanımının içine sokularak tutukluluk ve hükümlülüklere yol açmıştır. Türkiye, Freedom House ‘un değerlendirmesine göre Özgür Olmayan Ülke statüsüne düşmüş; Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) tarafından da en fazla muhabir hapseden ülkelerin başında yer almaya başlamıştır. Bu ortamda fikir tartışması (müsademe-i efkâr) engellendiği ve muhalefet baskılandığı için alınan kararların ne derecede gerçeklere uyduğu anlaşılamaz bir hale gelmiş; bu nedenle de siyasal karar alındıktan sonra uygulamada mahzurları fark edilerek u dönüşleri, tutarsızlıklar, zig-zag’lar söz konusu olmuştur. Bunlar özellikle ekonomik kararlarda işlem maliyetlerini ve cari maliyetleri arttırmaktadır. Ekonomik belirsizlik, öngörülememezlik, kuralsızlıkla da birleşince yatırım ortamı bundan ciddi olarak etkilenerek, kredi ve yatırımlar azalmıştır. Ülkenin CDS primi 2022’de 900 puanı aşmış bulunuyor; böylece Türkiye’nin her an temerrüde düşme rizikosu da %40’ı geçmiştir. Türkiye’nin CDS primi 2015’te 265, 2016’da 267, 2017’de 159.7, 2018’de 348, 2019’da 278, 2020’de 306, 2021’de 554 düzeyindeydi. Kişi başı GSYH 2013’te $12,582 iken 2014’te $12,178, 2015’te $11,085, 2016’da $10,964, 2017’de $10,696, 2018’de $9,793, 2019’da $9,208, 2020’de $8,597 olmuştur (Bingöl, 2021: 3). 2014’ten 2020’ye kadar ekonomimiz her yıl ortalama %5 civarında küçülmüştür. Serbest piyasa ekonomisine dayalı kapitalist bir sistem 2017 halk oylaması öncesinde de mevcuttu. 2017 sonrasında makro ekonomik dengeleri derinden etkileyen hükümet kararlarının tek merkezden ve tek bir kişinin takdiri veya onayı ile alınması keyfiyeti yaygınlaştı. Bu durumda Devlet Planlama Teşkilatı zaten özerk statüsünü kaybedip tasfiye edilirken, T.C. Merkez Bankası’nın da bağımsızlığı, yasasında mevcut olmasına karşın fiilen ortadan kalktı. Ayrıca, devlet ihale kanunu AKP iktidarı döneminde Nisan 2021’e kadar 192 kez değişikliğe uğratılarak devlet ihalelerinin belli bazı firmalara verilmesi suretiyle kapitalizm çarpıtılarak (distorted capitalism) bir tür ahbap, çavuş kapitalizmine (crony capitalism) geçiş sağlandı. Ahbap, çavuş kapitalizmi sadece ticari, sanayi ve mali konularla sınırlı olmaksızın medya ve basın alanlarına da yansıyarak haber alma kaynaklarındaki çoğulculuğun da büyük ölçüde azalmasına neden oldu. Siyasal, ekonomik ve toplumsal çalkantı, özellikle siyasal ve iktisadi karar istikrarsızlığı, usulsüzlük, hukuk dışı uygulamalar ve dolayısıyla yolsuzluğun toplumda yaygınlaşmasına yol açmıştır (Kalaycıoğlu, 01 Ağustos, 2019: 2). Uluslararası Şeffalık Derneği için 2022 yılında Konda’nın yaptığı bir araştırmada toplumun yüzde 74’ünün son 2 yılda Türkiye’de yolsuzluğun arttığını düşündüğü saptandı (Uluslararası Şeffaflık Derneği, 9 Mayıs 2022: 12). Özetle, aşırı derecede merkezi, kişiselleşmiş, siyasal kurumsal yapıların aşındığı veya yozlaştığı, kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı, çoğulculuktan uzaklaşan, anayasa, yasa ve genel olarak hukuka itibar edilmeyen, kapitalizmin çarpıtılmaya başladığı, ahbap, çavuş kapitalizminin geliştiği, partizan siyaset ve atamaların yoğunlaştığı, uzmanlık, bilimsel bilgi, etik ve değerlerin önemsizleştirildiği, liyakat yerine kişisel sadakatın prim yaptığı bir siyasal uygulama hayata geçirilmiştir. NEO-PATRİMONYAL SULTANİZM OLARAK CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ 2017 Halk Oylaması sonrası ortaya çıkan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak da takdim edilen uygulamayı siyaset bilimi açısından nasıl tanımlayabiliriz? Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan gelişmeleri beş temel noktada kapsayabiliriz: “1. Kişiselliğin yönetim üslubunun egemen olması (personalism): Siyasal kararların tek kişinin takdirine bırakılması (personal discretion of the leader); kurumların yokluğu veya kıymet-i harbiyesinin olmaması, siyasal kurumların olmadığı bir yönetim biçiminin oluşması; 2. Hükümet ve devlet arasındaki farkların bulanıklaşması (kuvvetler ayrılığının tersi), yasamanın etkinliğinin hızla azalması, iktidar partisinin hem hükümete hem de devlete hâkim olmasıyla bir tür parti devletinin oluşması; 3. Anayasal takiyye (constitutional hypocrisy); mevcut anayasa, yasa ve genel olarak her kuralın seçici olarak uygulanması veya yönetimde hiç dikkate alınmaması; 4. Rejimin toplumsal kökenlerinin zayıflayarak iktidarın merkezileştirilmesi, çoğulculuğun ortadan kaldırılarak devlet ve liderin sınırsız iktidarının kurulması. Siyasal vatandaşlığın sadece liderin başarılarını desteklemek ve etkinliklerine destek vermek ve ona sahip çıkılmasına indirgenmesi; 5. Ekonominin kurallarının çarpıtılarak (distortion) ahbap çavuş ekonomisi halinde işlemesi, kapitalist bir ekonomi mevcutsa bile onun ahbap çavuş kapitalizmine dönüştürülmesi, kısa dönemli kararlara dayanan bir iktisat yönetimine dayalı belirsizlik içinde çalışan bir iktisadi yapının ortaya çıkması.” (Kalaycıoğlu, 2021: 120).
AKP iktidarı döneminde devlet ihale kanunu 192 kez değişikliğe uğratılarak devlet ihalelerinin belli bazı firmalara verilmesi suretiyle kapitalizm çarpıtılarak (distorted capitalism) bir tür ahbap, çavuş kapitalizmine (crony capitalism) geçiş sağlandı.Bu özelliklerin beşini de Türkiye’nin bugünkü rejiminde saptamış bulunuyoruz. Özetle, merkezi, kişiselleşmiş bir yönetimde sivil ve askeri kamu yönetiminin liderin kişisel aracı (instrument) haline dönüşmesi, tüm birey, grup ve kurumların, önceden kestirilemeyen bir biçimde, bir liderin ... siyasal müdahalelerine maruz kaldığı rejim uygulamasına Juan J. Linz, Alfred Stepan ve Houchang E. Chehabi 1990’lardan itibaren, Alman siyaset sosyologu Max Weber’in önerdiği “sultanizm” adının uygun olacağını ifade ediyorlar (Juan Linz ve Alfred Stepan, 1996 ve Houchang E. Chehabi ve Juan J. Linz, 1998). Türkiye bu özelliklere aynı zamanda Max Weber’in önerdiği merkezi geleneksel, mutlakiyetçi rejimlere özgü akrabalar, hısımlar, dost ve arkadaşlarla yönetim anlamını taşıyan patrimonyal geleneksel yönetim uslubuna uygun yönetiliyor, fakat bir farkla: Türkiye biçem (üslup) olarak patrimonyal / geleneksel olsa da görüntü olarak modern bir çerçeveye sahip olan bir siyasal sisteme sahip. Türkiye’de bir yazılı anayasa mevcut; yenilenen seçimlerle çalışan bir yasama, bağımsız ve hukukun üstünlüğüne uygun çalışıp çalışmadığı çok tartışılsa da anayasa ve ilgili mevzuata lafzen de olsa uyan bir yargı, çağdaş iletişim araçlarını kullanan bir medya ve basın mevcut. Yapı itibarıyla modern bir görüntüye sahip olsa da yönetimde akrabalık, hısımlık, dost, ahbap ilişkileri, hemşehrilik, dini ve mezhebi ilişkilerin belirlediği sadakata dayalı destek, kişiselleşmiş karar alma süreçleriyle birlikte çalışıyor. Bu tür görünürde yasal – ussal (modern) bir yapıdaymış gibi duran, ama uygulamada geleneksel ve ilksel (primordial) bağlara dayalı olarak çalışan siyasal sistemlere neo-patrimonyal, yani gelenekselden ayrılmış ama modern bir içeriğe de sahip olmayan, siyasal rejim uygulamaları diyoruz (Clapham, 1985: 48). Dolayısıyla Türkiye neo-patrimonal bir sultanizm rejimine sahiptir. SONUÇ Bu neo-patrimonyal uygulama Türkiye’de ilk kez ortaya çıkmadığı gibi, 1982 Anayasası’nın kuruluşundan beri onun içinde de saklıdır. 1878 – 1908 arasında II. Abdülhamit yönetiminde ortaya çıkan, yapısı itibarıyla çağdaş meşruti monarşi ama uygulama itibarıyla mutlak monarşi içeriğindeki Hamidyen hükümet biçimi ülkenin geçmişindeki neo-patrimonyalizmin ilk örneğidir. Bu örnekten ne kadar doğrudan etkilendiği belli olmasa da benzer bir yapı – uygulama farklılığı 1982 Anayasasıyla Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı ile birlikte hayata geçmişti (Kalaycıoğlu, 1992: 92 - 120, Kalaycıoğlu 2005: 129). 2017 halk oylaması 1982 Anayasasında mevcut olan Hamidyen içeriği olabildiğince açık ve seçik bir biçimde gün yüzüne çıkartmıştır (Kalaycıoğlu, 2021: Kısım 4). Onun için 2017 halk oylaması sonrasındaki siyasal rejimin bir neo-patrimonyal sultanizm uygulaması olduğu sonucuna varmak doğaldır. Neo-patrimonyal sultanizmin Türkiye’ye özgü bu uygulamasının, on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başındaki Hamidyen neo-patrimonyal sultanizmin, bir yüz yıl sonraki yeniden üretilmiş bir biçimi olan neo-Hamidyen (yeni Hamidyen veya yeniden Hamidyen) bir rejim olarak kabul etmek gözlemlenen veriler açısından makul ve meşru olacaktır. 2017 halk oylaması sonrasındaki Türkiye’deki bugünkü siyasal rejim, ne tam demokrasi ne de tam otoriter olmayan (hybrid, melez)bir rejim olan neo-patrimonyal sultanizm içeriğinde, Türkiye’ye özgü neo-Hamidyen bir uygulamadır. --- Kaynakça Ozan Bingöl, (03/09/2021) “Kişi Başına Milli GelirAçısandan CumhuriyetTarihinde Bir İlk.” Vergiye Dair (https://vergiyedair.com/2021/09/30/kisi-basina-milli-gelir-acisandan-cumhuriyet-tarihinde-bir-ilk/). Houchang E. Chehabi ve Juan J. Linz, (1998) “A Theory of Sultanism 1: A Type of non- Democratic Rule,” Hechang E. Chehabi & Juan J. Linz (der.) Sultanistic Regimes, (Baltimore, Maryland: Johns Hopkins University Press): 3-25. Christopher Clapham, (1985) Third World Politics: An Introduction (Madison, WI: University of Wisconsin Press). Ersin Kalaycıoğlu (1992) "1960 Sonrası Türk Siyasal Hayatına Bir Bakış: Demokrasi, Neo-patrimonyalizm ve Istikrar" Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği (der.), Tarih ve Demokrasi: Tarık Zafer Tunaya'ya Armağan, (Istanbul: Cem Yayınevi, 1992): 87-126. Ersin Kalaycıoğlu (2005) Turkish Dynamcis: A Bridge Across Troubled Lands, (New York, NY: Palgrave – Macmillan). Ersin Kalaycıoğlu, (2018) “Two elections and a political regime in crisis: Turkish politics at the crossroads,” Southeast European and Black Sea Studies, 18:1, 21-51. Ersin Kalaycıoğlu (2019) “Türkiye’nin Neo-Patrimonyal Sultanizm’le İmtihanı,” (Cumhuriyet: 1 Ağustos) (https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/turkiyenin-neo-patrimonyal-sultanizm-ile-imtihani-1514223). Ersin Kalaycıoğlu, (2021) Halk Yönetimi: Demokrasi ve Popülizm Çatışmasında Dünya, (Ankara: Efil Yayınları). Juan J. Linz ve Alfred Stepan, Modern Non Democratic Regimes: Problems of Democratic Transition and Consolidation, (Baltimore, Johns Hopkins Univ. Press: 1996). Uluslararası Şeffaflık Derneği (9 Mayıs 2022) Türkiye’de Yolsuzluk: Neden, Nasıl, Nerede? Araştırma Raporu. [1] Yaz ayları boyunca süren PKK ve İŞİD kökenli terör dalgasının seçmenin önceliklerini ekonomik duyarlılıklardan terör konusundaki duyarlılıklar ve siyasal istikrar taleplerine dönüştürmesinin de 1 Kasım 2015 seçimlerini AKP’nin kazanmasında etkisi oldu (Kalaycıoğlu, 2018).