Vatandaşlar olarak en istikrarlı şekilde muhafaza ettiğimiz kamusal alanımız seçimler. Bu Coğrafyada Osmanlı döneminde 1876 Anayasası ile başlayan seçimler tarihi, Cumhuriyetin ilanı ile devam etti. Cumhuriyetin kazanımı olan demokratik seçimler, bu topraklarda yaşayan herkese vatandaş olma hakkını da tanıdı. Geride bıraktığımız 100 yılda 21 milletvekili genel seçimi yapıldı. Ülkemizde darbe dönemlerinde bile seçimler gerçekleştirildi.
Tam olarak demokrasiyi rayına oturtamadığımızdan vatandaşın elinde kalan tek söz hakkı oy vermek oldu. Her zaman da en kutsanan vatandaşlık göreviydi. Örneğin rahmetli dedem ısrarları sonunda doktorları ikna ederek yoğun bakımdan çıkıp oy vermeye götürüldü, bir hafta sonra kaybettik ama öteki dünyaya intikal etmeden vatandaşlık görevini de ısrarla yerine getirdi.
Türkiye’de her seçim vatandaşlar nezdinde önemlidir. En az diğer seçimler kadar önemi olan 2023 genel seçime 6 gün kaldı. Yaşanan deprem yıkımından ve on binlerce can kaybımızdan sonra, bu seçimlerin toplumun yas dönemine saygı göstererek daha sessiz geçirilmesi kararı alınmıştı ancak gelin görün ki siyaset verdiği sözde durmuyor. Seçim günü yaklaştıkça saflar sıklaşıyor, duvarlar yükseliyor ve diller daha da sertleşiyor.
Bu seçim döneminde İttifakların ortaya koydukları performaslarını ve siyasi tutumlarını kısaca değerlendirirsek, öncelikle kutuplaşma ve ayrıştırma siyaseti, Cumhur İttifakı’nın temel seçim stratejisi oldu diyebiliriz. İktidar kanadının ortaya koyduğu en çarpıcı yaklaşım aslında uzun zamandır toplum temelinde beslediği; biz-siz, milli-gayri milli, sakıncalı vatandaş-makbul vatandaş ayrımlarını daha da derinleştirmesiydi.
Özellikle ayrıştırıcı söylemlerin sahibi ülkenin iç güvenliğini sağlamaktan sorumlu bakanı ve yargı hizmetlerinin yürütülmesi ve denetlenmesinden sorumlu bakanı olunca vatandaşın seçim gününe yönelik endişeleri de hâliyle arttı. Çünkü bu seçim, tırmanan gerilimler, ittifak kompozisyonları ve özellikle 7 Haziran-1 Kasım seçimlerinde yaşadığımız kötü deneyimlerden dolayı, ülke güvenliğine dair en fazla endişe duyduğumuz ve sandık güvenliğini çokça konuştuğumuz seçim oldu diyebiliriz.
Toplumda uzun zamandır güvenlik endişesi söz konusu. Haklı bir endişe. Türkiye, sadece yıkıcı deprem üreten fay hatlarının değil, aynı zamanda toplumsal fay hatlarının da derin olduğu bir ülke. Hafızalarımızı çok zorlamadan yakın geçmişimize bir bakarsak, siyasetin hedef gösteren yıkıcı dilinin her zaman bu fay hatlarının tetiklenmesine ve radikallerin harekete geçmesine neden olduğunu zorlanmadan görürüz.
Seçimler seçmenin oyu ile belirlenir; kazanılır ya da kaybedilir. İktidarın değişmesi aynı zamanda bir demokrasi göstergesidir. Ülkelerin uluslararası düzlemde itibarı en iyi silahı üretmekle, en yüksek kuleleri dikmekle olmaz; hukuk devletinin varlığı ve adil, özgür ve demokratik bir ortamda gerçekleştirilen seçimler ülkelerin uluslararası itibarını ve saygınlığını güçlendirir. Hedef gösterilen seçmen kitlesi bu ülkenin eşit vatandaşlarıdır. Vatandaşların özgür iradesiyle iktidar değişirse bunu sivil darbe olarak atfetmek, darbelerden çok çekmiş bu ülkeye karşı yapılan bir kötülüktür ve hukuk devleti değerlerine aykırıdır.
Muhalefetin farklı kesimlerinin birleşerek gökkuşağı koalisyonu ile bir araya gelmesi, üstelik her türlü manipülasyona rağmen çözüm odaklı, çoğulcu ve yapıcı bir dil belirlemesi Türkiye’nin demokrasi tarihine geçecek en önemli seçim süreçlerinden birisini yaşattı.
Deprem ve krizlerle yıpranmış ülkemizin sağduyuya ve yapıcı bir siyasete ihtiyacı var. Yürütme gücünü elinde bulunduran iktidarın ya da kamu görevlilerinin en önemli görevi, kamusal sorumluluklarını hassasiyetle yerine getirmek, seçimlerin güvenli ve adil bir ortamda gerçekleştirileceğinin teminatını vermektir. Geldiğimiz noktada otoriterleşmenin bir başka cilvesinin de, Türkiye’nin cumhuriyet tarihinde en kıymetli birikimi olan devlet insanı olma erdeminin yavaş yavaş yok olması ve sorumluluk gözeten ilkeseli siyasadan kopuş olduğunu görüyoruz.
Bir diğer yandan Anayasanın 76. Maddesine göre kamu görevlilerinin görevlerinden istifa etmedikçe milletvekili adayı olamazlar. Buna rağmen mevcut 16 bakan 14 Mayıs seçimlerinde görevlerinden istifa etmeden AKP’den milletvekili adayı oldular. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Van mitingi konvoyunda biri alçak biri yüksek irtifada 2 helikopter, 69 araç, 3 ambulans, 2 AFAD aracı ve 3 otobüsün eşlik etmesi ve daha sayamadığımız birçok kamu kaynağı önceki seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de kullanılıyor.
Vergilerimizle çalışan TRT, canlı yayınlarında Cumhurbaşkanı Adayı Recep Tayyip Erdoğan’a 32 saat 42 dakika 47 saniye, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na ise yalnızca 32 dakika 23 saniye ayırdı. Diğer ana akım medyada da durum değişmiyor. Toplumun büyük bir bölümü hâlâ haberleri ana akım medyadan takip ediyor. Seçimlere yaklaştığımız bu süreçte adil rekabet koşullarının var olduğundan söz edemeyiz; bunun için kamu kaynakları ve olanaklarının iktidar partisi ve adayı lehine kullanılmaması gerekir, ancak durum ortada.
Haliyle karşımızda net bir tablo var, bu yarış eşit bir seçim yarışı değil.
Tarihsel kırılma noktaları, toplumsal olayların kümülatifitir; sadece bir değişim anını değil, dönüşümü de ifade eder. ‘99 depremi ve ekonomik kriz sonrası 2002 seçimlerinde iktidara gelen AKP topluma bu dönüşümün sözünü vermişti, ancak kısa sürede geleneksel kodlarına geri döndü. Ardından özgürlüklerine ve haklarına sahip çıkan toplumun Gezi direnişi ve Haziran 2015 seçimlerindeki toplumsal birliktelik bir rüzgar oluşturdu. Otoriterleşmeye karşı esen bu rüzgar yönünü eşitlik, hak ve adaletten yana belirleyen gerçek bir rüzgardı.
Bu ülkenin vatandaşı Hrant’ın dediği gibi hepimizin bu topraklarda gözü var. Demokratik bir Türkiye’de gözümüz var. Dilerim Cumhuriyetin gelecek yüzyılı toplumun siyasetin dar kalıplarına sıkıştığı değil; siyasetin toplumun yenilikçi, devrimci hareketine yetiştiği ve tamamladığı bir yüzyıl olur. 15 Mayıs sabahı bu tarihsel dönüşümün bir başlangıcı olsun.
2023 seçimlerinde Millet İttifakı, Emek ve Özgürlük İttifakı altında toplanan muhalefet partileri, Cumhur İttifakı’nın aksine yürüttükleri birleştirici ve kapsayıcı siyaset yapma tarzıyla uzun zamandır sert esen değişim rüzgarını en doğru şekilde arkalarına alan partiler oldu diyebiliriz.
Muhalefetin farklı kesimlerinin birleşerek gökkuşağı koalisyonu ile bir araya gelmesi, üstelik her türlü manipülasyona rağmen çözüm odaklı, çoğulcu ve yapıcı bir dil belirlemesi Türkiye’nin demokrasi tarihine geçecek en önemli seçim süreçlerinden birisini yaşattı.
Dünya kutuplaşma saflarını sıklaştırıp iktidarlar otoriterleşirken bu siyaset tarzı tarihsel bir kırılma noktası yaratabilecek mi? Tabii ki bunu adil ve özgür olduğu müddetçe vatandaşların oyları ve seçim sonrasında yürütülecek siyaset belirleyecek. Ancak şunu da ortaya koymak lazım, Türkiye ümmetçilik söylemlerine sıkışacak, özellikle kadın hakları, azınlık hakları alanında yıllardır bedeller ödeyerek kazanmaya çalıştığı temel hak ve özgürlüklerini iktidarlara teslim edecek bir ülke olmayacak.
Cumhuriyet tarihimizde en fazla koruduğumuz kamusal alanımız seçimler ve oylarımız ülkenin yönünü belirlemek adına önemli olacak ancak, seçim sonuçları ne olursa olsun bizler vatandaşlar olarak 15 Mayıs sabahı da 100 yıldır hiç bırakmadığımız gibi demokratik değerlerimizi güçlendirmeye devam edeceğiz. Vatandaşlık onuruna yaraşır; demokrasinin, bilimin, liyakatin, çoğulculuğun ve adaletin olduğu bir Türkiye için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Bu ülkenin vatandaşı Hrant’ın dediği gibi hepimizin bu topraklarda gözü var. Demokratik bir Türkiye’de gözümüz var. Dilerim Cumhuriyetin gelecek yüzyılı toplumun siyasetin dar kalıplarına sıkıştığı değil; siyasetin toplumun yenilikçi, devrimci hareketine yetiştiği ve tamamladığı bir yüzyıl olur. 15 Mayıs sabahı bu tarihsel dönüşümün bir başlangıcı olsun.