Her seçim, her yeni dönem bir ölüm ve kıyamettir. Yerini çocuklara ve geleceğe bırakan bir kıyamet. İşte bu sebeple 14 Mayıs, Türkiye’nin son savaşı yani Ragnarök’üdür. Canavarlar da hiçbir zaman bitmeyeceği için ya onlar gibi olmayı ya da olmamayı seçeceğiz.
Benim gibi politikadan uzak birine bile gına geldi, şu seçim hayırlısıyla işgal gücü olan AKP rejiminin kovulmasıyla bitse de biz de işimize gücümüze baksak.
Bir ülkeyi yönetmek ne kadar zor olabilir? AKP ve Tek Adam Rejimi’nin koyun sürülerine başarıyla sattığı fikir, “Türkiye’yi yönetmek zor, biz yapıyoruz” fikri oldu. Benim fikrimce ne zaman “Eski Türkiye’nin” yönetici kadroları tasfiye edildi, hâlihazırda kolayca yönetilebilecek bir sistem, içinden çıkılmaz puzzleların olduğu bir kâbusa dönüştü.
Biz de işte rejimin bu başarısızlıklarının son demlerini yaşıyoruz.
Her yerde söylediğim bir şey var; Türkiye yabancı bir gücün işgali altına girmiş olsa AKP’nin bu ülkeye verdiği zararı veremezdi. Hiçbir zaman milliyetçi ve ulusalcı söylemleri ve bu söylemlerin kişileri ideolojik olarak manipüle ettiği propagandaları benimsemedim ama Atatürk’ün “Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” sözlerinin AKP rejimi ile bilfiil gerçekleşmiş olduğunu görüyoruz.
Evet; hayaldi gerçek oldu.
Ülkenin dört bir yanı yabancı müstemlekesi yapılmış (yabancılara düşmanlığımdan değil, ekonomik olarak dünya sistemimiz buna müsait olmadığından), her yer
birilerine satılmış, adeta devletin kademeleri halka düşman olmuş. Söylemleri, tarih boyunca olmadığı kadar ayrımcı olmuş, kadınlar, kız çocukları ve çocuklar bu kadar güvensiz olmamış, memleketin ormanları, doğası talan edilmiş. Emek sömürüsü ayyuka çıkmış. Ülke aslında içten içe, cayır cayır yanıyor.
Canavarların rejimi…
Amerikan yerlileri olan Ojibwelerin ve Wechugelerin (yani bildiğimiz adıyla Kızılderililerin) mitoslarında
Wendigo denilen bir canavar vardır. Her mitoloji yüzeysel okunduğunda ya eğlendirici ya da korkutucu basit bir hikâyedir ancak her mitolojinin sembolik ve semiyotik gösterenine bakıldığında işler değişir.
Wendigo’da da bu böyledir.
Bu
Wendigo hikâyesinin Amerika’nın dört bir yanında muadili vardır. Adları aşağı yukarı aynıdır ancak hikâyeler benzerdir. Kıtlıkla karşılaşan ve artık açlıktan ölmek üzere olan bir yerli, kendi kabilesinden bir dostunu öldürüp yer. Ondan sonra
kendinden olan birini yemenin verdiği ve bir insanı yemenin de verdiği
spiritüel güçle başka insanları da yiyen acımasız bir canavara dönüşür.
Wendigo doymaz. Devamlı yemek ister. Böylece çevre kabilelerin çocuklarından, yetişkinlerine kadar kendisine bir menü oluşturur.
Wendigo lanetli bir mahluk olarak içindeki açlığın yarattığı manevi boşluğu sonsuza kadar dolduramayacaktır; hep yemeye mahkûmdur. Çünkü bir kere
kendinden olanın tadına bakmıştır. Doğanın ona sunduğu nimetler, “gözünü” doyurmaktan fersah fersah uzaktır.
Ta ki bir gün iyiden iyiye, tepeden tırnağa müsellâh bir grup Kızılderili savaşçısı tarafından öldürülene kadar.
Bir kere kendinden olanın (bu ülkenin vatandaşları olan bizler yani sen, ben, o, biz, siz ve onlar) eti ve budu çok değerli ve aynı zamanda hemen karşındadır; hangi canavar karşısında hazır ve değerli bir et varken, ormanda geyik avlayıp, böğürtlen yemek için bu zahmete girer ki?
İşte bu canavarların rejimi böyle bir şeydir. Onlar için “sınırlar” ve “duvarlar” yoktur. İnsanlar ve hatta doğanın sınırları yok edilecek, üstünden basılıp geçilecek şeylerdir sadece. O kadar.
Tarih boyunca insanlar, kendileri ve bu canavarlar arasına
sınırlar ve duvarlar koymaya çalıştılar. Ancak hiçbir zaman bunda da başarılı olamadılar. Çünkü duvarların arkasındaki canavarlar her zaman için onları aşındırmanın bir yolunu buldu. Ve dahası, insanlar da o canavarlardan olmaya başladılar.
Duvarların faydası olmadığı anlaşıldı. Çünkü bu sefer duvarların içindekiler, kendi av sahalarını ve av oyunlarını kapalı duvarların arkasında çok daha kolayca tahkim ediyorlar, oynayabiliyorlardı.
Wendigo lanetli bir mahluk olarak içindeki açlığın yarattığı manevi boşluğu sonsuza kadar dolduramayacaktır; hep yemeye mahkûmdur. Çünkü bir kere kendinden olanın tadına bakmıştır. Doğanın ona sunduğu nimetler, “gözünü” doyurmaktan fersah fersah uzaktır. Tanıdık gelen bir iktidar hikâyesidir bu.
İnsanların işte asıl savaşı o zaman başladı. Gerçek savaş, doğaya karşı verilen savaş değildi artık. O tarihte kaldı. İnsanlar mamutlarla, dev kaplanlarla, zehirli yılanlarla verdikleri savaştan kurtuldular. Gerçek savaş, diğer canavarlara karşı verilen savaş olmaya başladı. O canavarlar da diğer insanlardı.
Tüm masalların, tüm hikâyelerin anlatmaya çalıştığı budur. En “basit” gördüğümüz Grimm’in masallarından, Guatemala destanlarına, İbrani mitolojisinden, Kadim Yunan’dan Eski Türk mitolojilerine kadar. Kendi oğlu olan Kronos’tan, Ymir’e, Moloch’tan, Şiva’ya kadar uzanan tüm dünyanın hikâyesi. Bu muhteşem mitolojilerdeki canavarlar ve yaratıkların çeşitliliği ve onların groteskliği bizi hayrete düşürür ancak bu hayretimiz çoğunlukla simgeledikleri hakikatleri biz farkında olmadan örter. O yüzden mitolojiler, ilk bakışta okunup atlanacak hikâyeler değildirler.
Türkiye’nin hikâyesi de böyle bir duvar hikâyesidir. Esasında Türkiye’de verilen savaş, her zaman için böyle bir savaş olmuştur. Türk-Kürt savaşının arkasında da bu vardır, erkek egemen ve kadına (ve elbette diğer cinsel yönelimlere) yönelik savaşın arkasında da bu vardır. Emekçilerin sömürüsünün, doğanın amansızca ve utanmazca talanının arkasında da bu vardır. Canavarların rejiminin, canavar olmayanlara karşı savaşıdır bu.
Savaş bu boyutuyla sadece dünyevi (carnal) ve maddi iştihanın zirvede olduğu bir savaş değildir. Buna dikkat edilmeli. Dünyayı eğip bükme, onu yok etme iştihası ve iştiyakı elbette vardır; ancak bundan ibaret değildir. Mesele daha derin ve çok boyutlu bir psikolojik deformasyonun hikâyesidir.
Gözünü toprak doyurası bir iktidar hırsına sahip zavallı ve kifayetsiz muhterislerin (12 Eylül’de komutanların, Özal’ın, Menderes’in, Demirel’in, AKP’nin, siz sayın) kendi halkına karşı savaştır bu.
AKP rejimi, bu savaşın tüm görünümlerinin ülkenin her yerinde bir bir tebarüz ettiği hatta tebarüz etmek ne demek, tezahür ettiği kozmik bir eşiği oluşturmuştur. Çünkü AKP’nin gözü doymazlığı, Türkiye’nin tarihinde hesaplaşamadığı, hâl yoluna koyamadığı problemlerin daha da şedit hâle gelmesine yol açmış, Türkiye’nin duvarlarını daha da kalınlaştırmıştır.
İşte bu duvarların yıkılacağı gün, 14 Mayıs günüdür. Örülen duvarlar, tek tek yıkılacaktır.
Burada yine insanların bir mitos, bir masal saydığı örneği vereceğim:
İskandinav mitolojisinde, tanrılar panteonunun babası Odin, gelecek savaşı yani günlerin sonundaki savaşı bir bilgeye (seer) danışarak öngörür. Bu savaşın adı eski Norse dilinde
Ragnarǫk şimdiki okunuşuyla
Ragnarök olarak bilinir. Ragnarök, dokuz diyarda insanları ve kendilerini canavarlara karşı korumaya çalışan tanrıların canavarlara karşı savaşıdır.
Bu savaşta herkes kesinlikle öleceğinden, eski Norse dilinde
ragnarøkkr “tanrıların alacakaranlığı” olarak çevrilmiştir. Wagner’in
Götterdämmerung bestesine ve nice kitaba ve hikâyeye esin kaynağı olmuştur bu efsane.
14 Mayıs seçimlerinin rolünü olduğundan daha fazla abartmaya gerek yok elbette. Ancak AKP kazandığında olacaklar ile kazanamadığında olacaklar arasındaki fark bu seçimi bir Ragnarök gibi görmemizi gerektiriyor.
Odin, bu savaşı öngördüğünden ve Jotunheim’daki buz devlerinden diyarı uzak tutmak için bir duvar yaptırır. Bu duvarın hikâyesi de başka bir yazının konusu olsun. Ancak savaş duvarlardan çıkan tanrılar ve cehennemden gelen varlıklar arasında yapılır.
14 Mayıs seçimlerinin rolünü olduğundan daha fazla abartmaya gerek yok elbette. Ancak AKP kazandığında olacaklar ile kazanamadığında olacaklar arasındaki fark bu seçimi bir
Ragnarök gibi görmemizi gerektiriyor.
Ragnarök’te Odin, kadim kurt Fenris ile savaşırken ölür; oğlu Thor ise ezeli düşmanı dünya yılanı Jormüngandr ile savaşırken. Ancak
Ragnarök’ü anlatan başka bir hikâye olan Gylfaginning’e göre
Ragnarök’ten sonra ölen tanrıların yerine bu tanrıların çocukları, Thor’un oğulları Móði ve Magni, tanrıların yıkılan diyarı Asgard’ın yerine yeni bir diyar kurarlar.
Ve bir şekilde Ragnarök’ün yıkımından kaçan iki insan (Âdem ve Havva’nın Norse muadili) Líf ve Lífþrasir ile insanlık dünyada yeniden yeşerecektir.
Her seçim, her yeni dönem bir ölüm ve kıyamettir. Yerini çocuklara ve geleceğe bırakan bir kıyamet. İşte bu sebeple 14 Mayıs, Türkiye’nin son savaşı yani
Ragnarök’üdür. Canavarlar da hiçbir zaman bitmeyeceği için ya onlar gibi olmayı ya da olmamayı seçeceğiz.