14 Mayıs 2023 seçimleri bittiğinde hâlen çatışmayı barışmaya tercih eden, kendisi dışındakileri yabancı, öteki, düşman, güvenilmez, hain vb. gören siyasal parti ittifakının ve onu destekleyen seçmen kitlesinin etkisinin sürdüğü görüldü. Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu yazdı
GİRİŞ
Altmış yıl kadar önce iki siyaset sosyologu, Seymour Martin Lipset ve Stein Rokkan birlikte yazdıkları bir kitap bölümünde her toplumun yaşadıkları değişimler, tarihsel olgu ve olaylarla çeşitli toplumsal ayrıklar (
social cleavages) geliştirdiklerini ileri sürmüşlerdir. Bu ayrıkların toplumu derinden farklılaşan topluluklara ayırdığını; bu topluluklarda doğup büyüyen insanların bu topluluklara özgü değer, inanç, yönelim ve davranış örüntülerinden etkilenerek toplumsal ve siyasal kimliklerini, kişiliklerini oluşturduklarını iddia ettiler.
Bu farkların aynı zamanda girişimci siyaset erbabı tarafından gözlemlendiği ve çözümlendiğinde oy temin ederek iktidara gelebilecek ve iktidarda kalabilecek siyasal örgütlenmeler için zengin bir kaynak oluşturduğuna işaret ettiler. Lipset ve Rokkan Avrupa’da ilk ortaya çıkan siyasal partiler ve parti sistemlerinin bu toplumsal temele oturduğunu ileri sürdüler. (Lipset & Rokkan, 1967: 1 - 64).
Ülkemizde benzer ayrıklar, sınıf veya yerleşim yeri (kır – kent) gibi toplumsal farklılıklardan kaynaklanmaktan çok din, mezhep ve etnik farklılıklara dayalı olan kültürel fay hatlarının ayrıştırdığı bir içeriğe sahiptir (Kalaycıoğlu, 2012). Ancak, aynı yıllarda önce Halil İnalcık (1964) ve sonraları Şerif Mardin (1969 ve 1973), Osmanlı toplumunda sadece bir tek siyaseten önemli ayrıktan bahsedebileceğini vurguladılar. Halil İnalcık’ın sözleriyle Osmanlı’da sadece iki sınıf mevcuttu: “...bunlardan ilki
askeri [sınıftı] … padişahın bir imparatorluk beratıyla dini veya icrai yetki verdiği kişiler, yani saray ve ordu görevlileri, memurlar ve ulemayı içeriyordu..” (1964: 44).
Bu tanım iktidar seçkinlerine değil, bir yönetim aygıtına işaret ediyordu, çünkü tam olarak tüm siyasi güce sahip bir kişi vardı (padişah) ve askeri sınıfta yer alan diğerlerinin hiçbir [özerk] siyasi gücü mevcut değildi. Selçukluların hükümdarlığı sırasında Anadolu'da insanların "hükümet kulpları" dediği yönetim aygıtından daha fazla bir şey değildi bu. “…İkincisi, vergi ödeyen ancak hükümette hiçbir yeri [gücü de] olmayan Müslüman ve gayrimüslim tüm tebaayı kapsayan
reayadan ibaretti…” (İnalcık, 1964: 44). Mardin’in 1970’lerde önerdiği Merkez – Kenar / Taşra (
Center – Periphery) ayrımı da benzer bir içerikteydi.
Osmanlı siyasetinde tüm siyasal gücün elinde toplandığı, kültür itibarıyla türdeş ve toplumdan ayrı ve üstünde addedilen bir Merkez ve onun karşısında hiç bir meşru gücü olmayan, büyük ölçüde farklı din, mezhep, etnik ve ırk, meslek gruplarını içeren ve kültürel türdeşlikten tamamen uzak bir çeşitlilik içinde yaşayan bir Kenar / Taşra mevcuttu (Mardin, 1969 ve 1973). Siyaset bu mükemmelen güçlü olarak addedilen ve devletin sahibi olarak da geniş kabul gören Merkez ile üreten, çalışan, vergi veren, savaş sırasında da askere gidip ölen reaya kitlesi (Kenar) arasında cereyan ediyordu (1973).
Mardin’e göre 1970’lere kadar Türkiye’deki Cumhuriyet dönemi siyasal gelişmeleri de aynı açıdan bakarak anlamak ve değerlendirmek mümkündü. 1920’lerden itibaren Merkez, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve onun önderi Mustafa Kemal Atatürk, sonraları İsmet İnönü ve onlara karşı taşranın çıkarlarını savunan ve genişletmeye çalışan siyasal güçler, bilahare Demokrat Parti (DP) ve sonraları da Adalet Partisi (AP) ve onların liderlerinin etkileşiminden ibaretti. Oysa, 1960’lardan itibaren Türkiye’de siyasal hayat daha karmaşık bir hâl almaya başlamıştı. Türkiye’de siyaset değişim geçiriyormuş gibi görünüyordu. O zaman 1970’ler sonrasında Merkez – Kenar ayrımı siyaseti açıklamakta yeterli midir? Değilse, onun yerine siyaseti anlamak ve açıklamamızda etkili olabilecek nedir?
1945 – 1995 arasında büyük ölçüde merkezde (ılımlı) olarak addedilebilecek olan, fakat genellikle ılımlı sağ siyasal partiler olarak görülen taşra kökenli partilere oy veren seçmen gitti. 1995 - 2023 arasında zihniyet olarak sağa kayan, aşırı sağın kimlik, değer, duygu, inanç, beklenti ve yönelimlerini ağırlık merkezi haline getirmeye başlayan bir siyasal bağlam gelişti.
DEMOKRATİKLEŞEN VE AYRIŞAN SİYASET: YÜKSELEN KULTURKAMPF
1961 anayasası rejiminin ve onun seçim ve partiler mevzuatının getirdiği nispi temsile dayalı siyasal temsil ve katılma olgularının da etkisiyle kültürel kimliklere ve özellikle din/mezhep ve etnik milliyetçilik esaslarına dayalı ayrışmalar ortaya çıkmaya ve sürdürülebilir, dirençli siyasal hareketler ve partiler olarak belirmeye başlamıştı. Bir süre daha CHP ve onun düşman karşıtları (
nemesis) oynadıkları siyasal oyunu korumayı becerdiler.
Ancak 1973 seçimleri ve sonrasında Merkez – Kenar / Taşra tekil ayrışması üzerinden siyaset geri plana düşmeye başladı. Onun yerine, her zaman geri planda mevcut olan Sünni mutekit – seküler, Sünni mutekit – Alevi, etnik Türk milliyetçiliği ve etnik Kürt milliyetçiliği siyasal örgütlenmeleri ve partileri giderek daha ön planda rol almaya başladılar. Nitekim 1980 darbesi sonrasında tekrar çok partili yaşantıya dönülmeye çalışılırken kurulan ve Merkez – Kenar çatışması eksenini tekrardan yaratmaya yarayacak askeri siyasal mühendislik ürünü siyasal partiler 1983 seçimlerinde beklenilen başarıyı yakalayamadılar ve kısa sürede siyaseten tasfiye oldular.
Ancak, kültürel farklılıklara oturan siyasal partiler varlıklarını aldıkları çok mütevazi oy desteğine karşın sürdürmeyi başardılar. 1989 – 1991 arasında sona eren Soğuk Savaş sonrasında da birden bire Sünni mutekit ve etnik Türk milliyetçisi partilere olan seçmen desteği artmaya ve seçmenin siyasal zihniyet dünyası da değişmeye başladı. Merkezde konuşlu %50 – 55 civarı seçmen hızla yeniden bir saflaşma süreci yaşayarak, 1995 – 2007 seçimleri arasında büyük bir dalga hâlinde sağa kaydı. 2015 seçimlerinden itibaren seçmenin en az üçte biri artık kendisini aşırı sağda olarak algılayan ve hisseden bir konuma geldi.
Merkezdeki siyasal zihniyet ağırlığı sağa kayarak seçmenin %50-55’i sol – sağ ideolojik yelpazesinin sağına taşındı. Merkez artık %20 - 25 kadar, sol da benzer olarak %20 - 25 kadar bir seçmen kitlesinin ideolojik bakış açıları halinde devam etti. 1945 – 1995 arasında büyük ölçüde merkezde (ılımlı) olarak addedilebilecek olan, fakat genellikle ılımlı sağ siyasal partiler olarak görülen taşra kökenli partilere oy veren seçmen gitti. 1995 - 2023 arasında zihniyet olarak sağa kayan, aşırı sağın kimlik, değer, duygu, inanç, beklenti ve yönelimlerini ağırlık merkezi haline getirmeye başlayan bir siyasal bağlam gelişti.
Bu gelişme aynı zamanda toplumda kültürel kimlikler üzerinden mutekit Sünni – seküler, mutekit Sünni – Alevi, etnik Türk milliyetçisi – etnik Kürt milliyetçisi ve benzeri topluluklara ve ideolojik gruplaşmaları pekiştirdi ve saygınlaştırdı. Siyaset bu topluluklar arasındaki ilişkiler ve yarışmalar hâlini aldı. 1995 – 2023 arasında da bu toplulukların birbirlerine düşmanca, kin ve nefretle yaklaşmalarını sağlayan siyasetçiler ve bunu kolaylaştıran ayrılıkçı etnik ve yıkıcı dini terör örgütlerinin etkileri altında kültürel olarak yarışan, farklılaşan topluluklar arası çatışma, hatta bir tür savaş biçimine dönüştü. Bu siyasal olguya Alman 19. yüzyıl siyasetinde
kulturkampf adı verilmiştir. 1995 sonrası Türkiye’de de siyasetin
kulturkampf’tan ibaret olmaya başladığı görüldü (Kalaycıoğlu, 2012, 2022a ve 2022b).
Kulturkampf siyasetinde seçimler artık rekabet içeren bir çok partililik içinde olsa bile sadece iktidarda olan parti ve liderin halkın gerçek temsilcileri olduklarının bir kez daha halk tarafından alkışlarla, coşkuyla desteklendiklerinin gösterilmesinden ibaret bir içeriğe dönüştürülür.
KULTURKAMPF SİYASETİ, SİYASETÇİLERİ VE TÜRKİYE’NİN OTORİTERLEŞMESİ
Kültürel kimlikler üzerinden ayrışmış toplumlarda siyaset uzlaşmanın pek zor ama çatışmanın oldukça kolay üretilebildiği bir temele oturur. İnsanların kimliklerini unutmaları, inkâr etmeleri veya onları pazarlık konusu yapmaları pek söz konusu değildir. Onun için siyaset erbabı bu kimlikleri esas alarak kendilerini iktidara taşıyabilecek ve iktidarda tutabilecek biçimde çeşitli topluluklara yaklaşmak ve onların değer, inanç, duygu, beklenti ve hislerine hitap etmek suretiyle güvenlerini kazanmayı hedeflerler.
Bu güven tesis olunduktan sonra bu topluluklarla siyasetçi(ler) arasında özel bir siyasal iletişim hattının veya fanusunun kurulması (Erdoğan ve Semerci, 2018) kolay ve etkili olmaktadır. Böylece her topluluk sadece kendi kimliği ile özdeşleşen ve güvenini kazanan siyasal parti ve liderinin takdim ettiği biçimiyle siyasal gerçeği görmeye ve anlamaya yönelmektedir. Artık kendi fanusu içinde görüşmeler yapmanın ötesine pek gitmemekte, diğer kültürel kimliklerle empati kurmaya çalışmamakta, hatta onları, siyasilerin de etkili olarak yaptıkları koşullandırmalarla düşman, iblis, hain, tehdit gibi görmeye yönelmektedir.
Bu durum siyaset erbabı için artık böl ve yönet (
divide et impera) siyasetinin kullanılmasını ve etkili kılınmasını sağlayacak koşulları yaratmakta etkili olur. Yeterli bir seçmen azınlığı desteği garanti altına alındığında artık siyasal partiler arasında diyalog, uzlaşma, anlaşmanın söz konusu olmayacağı mükemmel bir tek parti veya tek kişi yönetiminin de kurulabilmesi söz konusudur.
Bu süreç toplumu ak ve kara olarak ikiye ayırmaya da çok uygun düşmektedir. Bir tarafta her konuda haklı, doğru, iyi, temiz ve saf olanlar, diğer tarafta da haksız, yanlış, kötü, açıkgöz ve kurnaz istismarcılar bulunan bir toplum ve siyaset manzarası takdim olunacak kıvama gelir. Bunlardan ilkini halk, ikincisi de halk düşmanı, halka yukarıdan bakan, kibirli seçkinler olarak takdim edildiğinde, daha önceleri demokratik bir siyasal rejim uygulaması mevcut olsa bile, bu yapı popülist otoriter bir uygulamaya yozlaşır.
Artık seçimler bile özgür ve adil olarak tasarlanmak zorunluluğu taşımaz. Özellikle iktidarı destekleyen seçmenin bu tür bir talebi olmayacaktır; düşmanlarına eşit seçilme ve iktidarı hiçbir çekincesi olmadan özgürce eleştirme hakkı tanımak bu çatışmacı siyasetin bir ilkesi nasıl olabilir? Seçimler artık rekabet içeren bir çok partililik içinde olsa bile sadece iktidarda olan parti ve liderin halkın gerçek temsilcileri olduklarının bir kez daha halk tarafından alkışlarla, coşkuyla desteklendiklerinin gösterilmesinden ibaret bir içeriğe dönüştürülür (Kalaycıoğlu, 2021).
Nitekim Ömer Çelik’in “... bunların amacı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakını göndermek...” (1 Mayıs 2023) açıklamasında da vurgulanan yukarıdaki satırlarda açıkladığım bu demokratik olmayan “popülist” seçim algısıdır. Bu beyan seçimlerin Erdoğan ve AKP’yi iktidardan uzaklaştırılmasına yol açacak bir hakça yarış olmayıp, onun ve partisinin iktidarını sağlamlaştırması için yapılan bir halk desteği sunma ayini veya töreninden ibaret olduğunu beyandan ibarettir.
Onun için
kulturkampf’ın etkili olduğu bir ortamda demokrasinin sürmesi sorunludur. Bunun yerine popülist otoriter bir rejimle yetinilmeye yönelinir. Onun üzerine oturduğu temel hedef artık ise çatışarak, hatta savaşarak iktidarda kalmak, halkın düşmanı olarak gördüklerini tasfiye ederek, otoriter veya eğer tüm toplumu en ince ayrıntısına kadar kendi ütopyalarına göre tanzim edecekleri bir resmî ideoloji kurgulayabilirler ve tüm toplumu aynı zamanda denetim altında da tutabilirlerse, totaliter bir rejim geliştirmektir.
Türkiye’nin 12 Eylül 2010 halk oylamasından beri girdiği yol bu niteliktedir. Özellikle 16 Nisan 2017 halk oylamasıyla yapılan değişiklikle oluşturulan sultanizm rejimi tek lidere biat eden geniş bir azınlık kitlesi ortaya çıkartmış, onların desteğiyle sadece kendi kişisel takdiriyle karar alan bir siyasal lider eliyle yönetim esas olmuştur. 24 Haziran 2018 seçimleri de 14 Mayıs 2023 seçimleri de bu rejimin pekiştirilmesi için yapılan girişimler olmuştur. Burada hukuk devletiyle bağlantılı olan demokrasinin bir daha tesisini zora koşacak bir gelişimin farkına varan muhalefetin birleşerek yaptığı mücadele bu gelişmeleri durdurmak için girişilen bir uğraş görüntüsündedir.
Muhalefetin önerisi, özellikle Millet İttifakı’nın hem sultanizm yerine çağdaş parlamenter demokrasi ve hukuk devleti önerisi, aynı zamanda kulturkampf’ı sonlandırarak kültürel ayrıkları aşan bir kucaklaşma ve birlikte barış içinde yaşama önerisidir.
MUHALEFET KULTURKAMPF’A KARŞI
Muhalefet sadece sultanizm rejimini değiştirerek hukuk devletiyle uyumlu çalışan bir parlamenter demokrasi önermekle kalmamış, aynı zamanda
kulturkampf’a dayalı siyaset anlayışını da ortadan kaldıracak girişimlerde bulunmuşlardır. Bunların içinde çeşitli topluluklardan geçmişle ilgili olarak özür dilemek, helâlleşmek, hatta en önemli görülen bir hususta bir kanun teklifi vermek gibi girişimler söz konusu olmuştur. ^
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun farklı kesimlerle temasların yoğunlaştırılarak onlarla empati kurulması, onların endişe, kırgınlık, korku gibi duygularını dikkate alarak onları da kucaklamanın yollarının aranması girişimi de aynı içeriktedir. Birleşe birleşe yola devam etmek, hiçbir topluluğu dışlamamak, aksine kucaklamak demokrasi teorisyeni Robert Dahl’ın tanımındaki çağdaş demokrasi için temel olan bir fikirdir (
inclusivity) (Dahl, 1972).
Bu manzara karşısında muhalefetin önerisi, özellikle Millet İttifakı’nın hem sultanizm yerine çağdaş parlamenter demokrasi ve hukuk devleti önerisi, aynı zamanda
kulturkampf’ı sonlandırarak kültürel ayrıkları aşan bir kucaklaşma ve birlikte barış içinde yaşama önerisidir. Bu hâliyle böl ve yönet yaklaşımının geriletilmesi veya terk edilmesinin sağlanması, tekrar çok partili, özgür ve adil seçimlerle siyasal katılma ve temsilin düzenlenmesi de bu önerinin asli unsuruymuş gibi durmaktadır.
Buna karşılık Cumhur İttifakı tipik
kulturkampf siyaseti üzerinden muhalefeti düşmanlaştırma, iblisleştirme, hainlik ve terörle işbirliği ile suçlamaya dayanan bir kampanya yürütmüştür. Bu kampanya boyunca iktidar, muhalefetin videolarının içine teröristlerin görüntü ve mesajlarını da yerleştirmek suretiyle gerçek dışı bilgilendirmelerle suçlama uygulamalarını sürdürmüştür. Kültürel kimlik farklılıkları içeren Sünni mutekit – seküler, Sünni mutekit – Alevi, Kürt ve Türk etnik milliyetçilikleri üzerinden çatışma, ötekileştirme, tehdit olarak takdimi üzerinden yürütülen çatışma hatta zaman zaman adeta savaş çığlıklarına dönüşen propagandaya karşı muhalefetin ilginç bir sorusuna tanıklık ettik: Seçime mi gidiyoruz, savaşa mı?
Kulturkampf, milletvekili seçimlerini kazanmakta işe yaramaya devam etmiştir. Sultanizm rejimini değiştirmek için halk oylamasına gitmenin de zorluğunu koruduğu görülmektedir. Kulturkampf’ın çatışmacı, ayrıştırıcı dilini sonlandırmak bir başka bahara kalmış gibi görünüyor.
SONUÇ: KULTURKAMPF ‘IN ZAFERİ
14 Mayıs 2023 seçimleri bittiğinde hâlen çatışmayı barışmaya tercih eden, kendisi dışındakileri yabancı, öteki, düşman, güvenilmez, hain vb. gören siyasal parti ittifakının ve onu destekleyen seçmen kitlesinin etkisinin sürdüğü görüldü. Sultanizm rejimi içinde çatışma, ötekileştirme, baskılama siyasetine milletvekili genel seçimlerinde destek veren seçmen oranı, gayrı resmî sonuçlara göre AKP, HÜDA-PAR, DSP, MHP ve Yeni Refah Partisi toplamı olarak geçerli oyların %48’i kadarı ile, %86 katılma oranına göre de her on seçmenden dört kadarının oyuna tekabül ettiği görüldü.
Ancak, bu sonuç Türkiye Büyük Millet Meclisi sandalyesi dağılımına, seçim sisteminde kullanılan denklem gereği, 320 civarı sandalye olarak yansıyacakmış gibi görünmektedir. Böylece
kulturkampf, milletvekili seçimlerini kazanmakta işe yaramaya devam etmiştir. Sultanizm rejimini değiştirmek için halk oylamasına gitmenin de zorluğunu koruduğu görülmektedir.
Kulturkampf’ın çatışmacı, ayrıştırıcı dilini sonlandırmak bir başka bahara kalmış gibi görünüyor. Barış içinde, kültürel farkları düşmanlık değil de toplumsal çeşitlilik ve çoğulcu bir arada yaşam için kullanma önerisi de bir miktar destek bulmuşa benzemektedir; ancak bu destek yeterli bir Meclis çoğunluğuna dönüşememiştir.
Bugün geldiğimiz aşamada bu kadar farklı kültürel toplulukları kültürel ayrışma, çatışma, dışlama, aşağılama, ötekileştirme, hain ve düşman olarak takdim etmeye tabi tutan bir siyaset üslubu ve bunu fütursuzca kullanan siyaset erbabı eliyle Türkiye’de ulus olarak bir arada yaşama bilincinin korunması mümkün olacak mıdır? Kendilerini milli ve yerli ilan etmekle, ama başka her türlü kültürel topluluğu düşmanlaştırarak ulusal birlik ve beraberlik sağlam kalabilecek midir?
Kulturkampf siyasetinin çatışmacı doğasının verdiği farklı kültürlerin çoğulcu birlikteliğinde oluşan ulusun varlığını bozulmadan sürdürmek daha ne kadar mümkündür? Bu soruların yanıtları kolayca verilebilecek gibi durmasa da bunların kesin yanıtlarını yaşayarak görecekmişiz gibi duruyor.
---
Kaynakça
Çelik, Ömer (1 Mayıs 2023):
https://www.gazeteduvar.com.tr/omer-celik-bunlarin-amaci-erdogani-ak-partiyi-cumhur-ittifakini-gondermek-haber-1615991.
Dahl, Robert (1972)
Polyarchy: Participation and Opposition (New Haven, Conn.: Yale University Press).
Erdoğan, Emre ve Semerci, Pınar Uyan (2018)
Fanusta Diyaloglar: Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları).
Inalcık, Halil (1964) “Turkey” in Ward, Robert E. and Rustow, Dankwart A. (eds.)
Political Modernization in Japan and Turkey (Princeton, N.J: Princeton University Press, 1964) içinde: 42 - 63.
Kalaycıoğlu, Ersin (2012) “Kulturkampf in Turkey: The Constitutional Referendum of 12 September 2010,”
South European Society and Politics, vol. 17, no. 1, (Mart 2012): 1 – 22.
Kalaycıoğlu, Ersin (2021)
Halk Yönetimi: Demokrasi ve Popülizm Çatışmasında Dünya, (Ankara: Efil Yayınları).
Kalaycıoğlu, Ersin (2022a) “Kulturkampf and voting behavior in Turkey: A key to Turkish party politics?” Çarkoğlu, Ali ve Kalaycıoğlu, Ersin (der.)
Elections and Public Opinion in Turkey: Through the Prism of the 2018 Elections, (New York, London: Routledge) içinde: 133 – 156.
Kalaycıoğlu, Ersin (2022b)
Kültürel Kimliklerin Ürettiği Ayrıklar ve Siyaset (İstanbul, TÜSİAD Yayınları, Eylül 2022).
Lipset, Seymour M., & Rokkan, Stein (1967). “Cleavage structures, party systems and voter alignments: An introduction,” in S. M. Lipset and S. Rokkan (eds.),
Party Systems and Voter Alignments (New York, NY: The Free Press) içinde: 1 - 64.
Mardin, Şerif (1969) “Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire,”
Comparative Studies in Society and History, Vol. 11, No. 3: 258-281
Mardin, Şerif (1973). “Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics?”
Daedalus, vol. 102, no. 1: 169–190.