128 milyar dolar, peki neden?

Abone Ol
Erdoğan Gezi öncesine kıyasla dış etkilerden daha az etkilenen ama güçsüz bir ekonomi inşa etti. Aslında olan şey, basitçe ifade edilecekse ekonominin esnekliğini kaybetmesi, sertleşmesi ancak sertleştikçe de kırılganlığının artmasıdır. 

Loading...

2020 yılının sonlarında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın rezervlerine dair şüpheler arttı. Bu şüpheler 2021 yılının Mart ayında CHP önderliğinde tüm muhalefet tarafından bir kampanyaya dönüşmeden de ekonomi  yazarların iç ve dış basında kimi yazılarında konuya dikkat çekildi.[1][2][3][4] Bu kampanyanın sonunda kamuoyu, düşük faiz ısrarını sürdürmek adına eritilen rezervlere dair duyarlılık oluşturdu. Kuru bastırmak adına eritilen rezervler noktasına gelinen süreç ise birkaç yıl önce başladı. Pastör Andrew Brunson’un cezaevinde tutulması neticesinde ABD ile 2017 senesinden başlayıp 2018’e sarkan bir kriz yaşandı. Bu kriz neticesinde 2018 yazında dolar kuru aniden yükseldi. Brunson’un cezaevinden tahliye olup ABD’ye gitmesiyle kriz sonlansa dahi AKP iktidarı için düşük faiz ısrarıyla kur artışı riski sürdü. REZERVİN ERİME SÜRECİ Kur riskine karşı Merkez Bankası doğrudan açıklama yapmadan uzun süre rezervlerindeki dövizi kullandı. Kerim Rota’nın yorumuna göre pandemi öncesinde 2019’da 33 milyar dolar satışıyla başlayan arka kapıdan rezerv satma, pandemide de artarak sürdü. Rota olanları şöyle açıklıyordu,  “Pandemi Türkiye’ye gelince aslen 2023 seçimlerine kadar idare edebilecek olan “Con Ahmet’in devridaim makinesi” 6 ay içinde çatladı. Hükümet pandemi nedeniyle düzgün bir sosyal destek program uygulamak yerine, tek bildiği iş olan faizleri suni olarak düşürüp, yeni bir kredi balonu şişirmeye başladı.” Merkez Bankası rezervlerinin kuru baskılamak adına kullanılmasının etkileri tabii çok sayıda. Tayyip Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon netice” teorisine uygun şekilde düşürülen Merkez Bankası faizlerinin neticesinde döviz kurunun artmasının enflasyonist ve psikolojik etkisini yenmek için bu rezervler kullanıldı. Rezervlerin kullanılmasının, Türkiye’nin kredi risk priminden emlak fiyatlarına çok sayıda etkisinin de konuşması gerekli. Bu etkiler arasında yeterince konuşulamayanlardan birisi ise Borsa İstanbul üzerindeki etkisi. Sabah Gazetesinin haberine göre, TCMB rezervlerinin eridiği süreçte aynı zamanda bunlar da yaşandı,  “  Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği (TSPB) verilerine göre borsada 2018'de yüzde 35, 2019'da yüzde 39 olan yerli yatırımcının hisse senedi portföyündeki payı, 2020'de yüzde 51'e, 2021'de yüzde 60'a, bu yılın nisan sonu itibarıyla ise yüzde 64'e çıktı. Yabancı yatırımcının 2018'de yüzde 65 olan payı ise, yüzde 36'ya kadar geriledi”.[5]  Borsa İstanbul’daki yabancı payının bu kadar kolayca ve hızla düşmesinin eriyen rezervlerle birlikte okunması doğru olacaktır. Borsadan çıkan yabancılara ait yatırımın Türk lirasından dolara çevrilmesi sırasında kuru yükseltmesini TCMB’nin rezervleri engellerken, dolar kurunun 2019-2020 sürecinde nispeten sakin kalması ise Borsa İstanbul’dan çıkan yabancı yatırımcının çıkışını muhtemelen kolaylaştırmış oldu. Kurun normal şartlardaki yukarı yönlü hareketi Borsadaki yabancı yatırımcıların çıkışlarını frenleyebilecekken bu doğal fren mekanizmasını rezervin eritilmesi işlevsiz kıldı. Yabancı çıkışı Borsa İstanbul ile de sınırlı kalmadı. SWAP ve  Bono piyasalarından da yabancı çıkışı için uygun patika inşa edilmiş oldu. Yine döviz cinsinden borçlu şirketler, pozisyonlarını bu süreçte güvence altına aldılar. DİKENSİZ PİYASALAR Ekonomik olarak “128 Milyar Dolar Nerede?” sorusu çok soruldu. Ancak bu sorunun nispeten eksik kalmış bir tarafı daha vardı. 128 milyar dolarlık rezervin eritilmesinin tek sebebi kuru ve dolayısıyla enflasyonu baskılamak değildi. Borsadaki yabancı ağırlığının azalması Türkiye’nin ekonomik olarak kaybı olsa Adalet Kalkınma Partisi’nin “Yerli-Milli” paradigması içinde, arzulanan bir durumdu. 1990’lardan itibaren Avrupa Birliği’nin, Avrupa Konseyi’nin, uluslararası teşkilatların Türkiye’deki etkisinin bir termometresi olarak görüldü borsa. 2008 senesinde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne açılan kapatma davası sırasında AB komiseri Olli Rehn, "AK Parti kapatılırsa, AB-Türkiye ilişkileri kesilir."[6] açıklamasının ardındaki somut güç unsuru olarak borsadaki yabancı ağırlığı sayılabilir. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarını mutlaklaştırmaya çalıştığı süreçte Borsa İstanbul’daki yabancı ağırlığını da önündeki engellerden birisi olarak gördüğü düşünülmelidir. Türkiye’deki şirketleri değerleri hilafına yapılan bu tercih neticede Türkiye’nin fakirleşmesine neden olsa da Erdoğan yönetiminin Batılılara karşı çok rahatça sert tavır alabilmesinin maddi temellerinden birisi oldu. Örneğin Erdoğan, Osman Kavala hakkında açıklama yapan 12 büyükelçiye karşı tepkisinin olumsuz sonuçlarının Borsa İstanbul’daki yabancı ağırlığı doğru orantılı olduğu açıktır.  Bugün Erdoğan’ın nispeten fevri çıkışları rahatlıkla yapmasının ekonomik temeli de dikkate alınmalıdır.
AK Parti iktidarını mutlaklaştırdığı süreçte borsadaki yabancı ağırlığını önündeki engellerden birisi olarak gördü. Bu tercih Türkiye’yi fakirleştirse de Erdoğan’ın Batılılara rahatça tavır alabilmesinin maddi temellerinden birisi oldu.
Erdoğan iktidarı tamamen kurulana kadar. Bir ölçüde müesses nizamı denetleme işlevi görebilmiş piyasaların, Erdoğan iktidarı tam olarak tesis edildikten sonra Türkiye’nin zenginliği hilafına kontrol altına alınması çabasının altı çizilmelidir. Erdoğan iktidarının medyayı ve yandaşlarını finanse etme süreçlerini de bütün bu kontrol sürecine eklediğimizde; iktidarın aşil topuğu olarak kalanın, rezervlerin de tükenmesinin ardından döviz kurları olduğu açıktır. Erdoğan yönetimi yabancı yatırımcıların çıkışını kolaylaştırmış olsa da yerli yatırımcı hala Erdoğan’ın ekonomi yönetimine güvenmemektedir.[7] Bugün Erdoğan yönetimi, Gezi öncesine kıyasla dış etkilerden nispeten daha az etkilenen ama güçsüz bir ekonomi inşa etti.  Ekonominin yönetimden kaynaklanan ve yapısal meseleleri ise bu yanlış politikalar neticesinde daha da büyüdü. Aslında olan basitçe ifade edilecekse ekonominin esnekliğini kaybetmesi, sertleşmesi ancak sertleştikçe de kırılganlığının artmasıdır. Güçlü bir üretim bazına, geniş bir pazara sahip; müteşebbis, çalışkan ve genç bir nüfusa sahip Türkiye’nin ekonomik olarak önünde büyük ve çeşitli fırsatlar olduğu açıktır. Otoriterleşen bir idarenin bencilce koyduğu engeller bir kenara konduğunda Türkiye’nin ekonomik olarak kötümser olması için sebep yoktur. Erdoğan sonrası Türkiye, zenginleşen ve demokratikleşen bir ülke olarak tüm gelişmekte olan ülkelere örnek olacaktır. --- [1] https://www.reuters.com/article/turkey-cenbank-goldmansachs-int-idUSKBN27L258 [2] https://www.paraanaliz.com/2019/yazarlar/kerim-rota-yazdi-con-ahmetin-devri-daim-makinesi-doviz-piyasasinda-g-1431/ [3] https://www.paraanaliz.com/2021/yazarlar/kerim-rota-yazdi-rulet-masasina-geri-donus-mumkun-mu-g-2865/ [4] https://www.bloomberg.com/news/articles/2019-03-21/turkish-central-bank-reserves-drop-unexpectedly-in-march [5] https://www.sabah.com.tr/ekonomi/borsa-yerli-yatirimciyla-dunyanin-zirvesine-cikti-6007428 [6] https://www.haberturk.com/dunya/haber/64246-abye-akpyi-kapatma-davasi-damgasi [7] https://tr.investing.com/analysis/kur-korumal-mevduatta-5-ay-gecti-son-durum-ne-dolartl-nasl-bir-yol-zleyecek-200488159