100 yıl sonra...
100 yılını geride bıraktığımız cumhuriyetimiz, elbette gençlerin elinde yükselecek ve onlarla beraber geleceğe yürüyecektir. Hak ve adalet herkese eşit uygulandığında anlamlı olur ve orada demokrasiden bahsedilebilir.
Cumhuriyetimizin 100. yılını yaşadığımız şu günlerde biraz sevinç ama daha çok büyük bir üzüntüyle karışık günler geçiriyoruz. Zira bundan tam 1 asır evvel büyük bir mücadele ve olağanüstü bir özveri ile kurulan cumhuriyetimiz, oldukça sıkıntılı zamanlar geçiriyor, cumhuriyetin bin bir zorlukla yarattığı değerler büyük bir savrulma ve kopuş yaşıyor. Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, cumhuriyeti kurarken yönünü medeniyete, bilime, ilime, sanata, kültüre, demokrasiye, hukuka çevirmişti.
Cumhuriyet sadece bir yönetim biçimi olarak değil adeta bir yaşam biçimi olarak bizlere armağan edilmişti. Atatürk’ün muasır medeniyetler olarak 100 yıl önce ifade ettiği bu değerlere dünyanın bazı yerleri hala ulaşabilmiş değil, ulaşanlar ise tam anlamı ile yaşayabilmiş değil. Oysa Mustafa Kemal’in 100 yıl önce bizlere hediye ve emanet ettiği cumhuriyetimiz, şimdiye dek muasır medeniyetler seviyesine çıkmalı, örnek olabilmeli ve yoluna devam edebilmeliydi.
Ne var ki her demokrasi yolculukları sorunsuz, kazasız, belasız ilerlemiyor. Kabul etmek gerekir ki insan hayatında olduğu gibi devletlerin hayatlarında da yavaşlamalar, tökezlemeler, hedeflerinde sekteye uğramalar olabiliyor. Türkiye Cumhuriyeti olarak tam da bu anlattığım çerçevede günler yaşıyoruz. Tökezliyoruz, yavaşlıyoruz, değerlerimizi kaybediyoruz ve hedeflerimizden koparak başka dünyalara savruluyoruz.
Bir yerde okumuştum, “asıl trajedi hedeflerinize ulaştığınızda başlar” diyordu. Zira eğer kendinize koymuş olduğunuz hedeften daha büyük ve daha öte bir hedefiniz yoksa asıl trajedi başlıyor demektir. Hedefe ulaştınız, peki ya sonra? İşte bu sonrası yoksa büyük bir boşluk ve bilinmezlik durumu yaşıyorsunuz. Atatürk, cumhuriyeti kurarken öyle bir hedef koymuş ki, o hedefe ulaşmak öyle kolay olmuyormuş, bunu anladık. Öyle bir hedef ki, ulaşmanız imkânsız değil ancak sürekli ve sonsuz bir emek, çalışma, özveri, gelişim ve mücadele gerektiriyor. Öyle bir hedef ki, ufukta ışığı görüyorsunuz ama ona bir türlü ulaşamıyorsunuz. Güneşi ya da gökkuşağını tutmaya çalışmak gibi… Onu tutmaya çalıştıkça ilerliyorsunuz ama bir türlü de tutamıyorsunuz.
Bu durum, sizi sürekli ileri götürüyor ve geliştiriyor aslında. Yeni yerleri görmenizi sağlarken yeni şeyler öğrenmenize de olanak sunuyor. İşte bu şekilde olursa trajedi yaşamazsınız. Ancak içinde yaşadığımız günler “ilerlemenin sadece ileri doğru olmadığını” geriye doğru da ilerlenebileceğini gösteren günler…” olduğunu da gösteriyor.
100 yıllık kazanımlarımızın birer birer erozyona uğradığı, elimizden kayıp gittiği, kötüsü ile değiştiğine şahitlik ettiğimiz günler… Oldukça hüzünlü bir durum.
Hüzünlü olduğumuz durum sadece cumhuriyetimizin ve demokrasimizin yaşadığı bu dar zamanlar değil elbette. Atatürk’ün bu ülkeye ve tüm yurttaşlara hediye ettiği en büyük değerlerden biri olan Cumhuriyet Halk Partisi de zor günlerden geçiyor. Zira bu parti demokrasinin gelişmesi, halkın özgür iradesinin nasıl tecelli ettiğinin anlaşılması, içselleştirilmesi, farklı fikir ve düşüncenin nasıl ortak bir paydada buluştuğunun görülmesi adına önemli bir örnek. Cumhuriyet Halk Partisi, tek bir kişi veya ailenin kulları olan değil özgür bireylerin var olduğu, herkesin kendisini özgürce ifade edebildiği bir parti olarak kuruldu. Bu partide her yurttaş aynı haklara sahiptir. Öyle de olmalıdır.
Gelelim konumuza… 4-5 Kasım 2023 tarihinde CHP Genel Kurultayı yapılacak. Bu kurultayda hem genel başkan hem de parti meclisi üyeleri seçilecek. Mikro anlamda bir demokrasi örneği olmasını umuyorum. Elbette herkesin eşit haklara ve imkanlara sahip olduğu bir ortamda demokrasi kendisi gösterebilir.
Burada bir parantez de açmak istiyorum. Genel başkanlık için yarışan Kemal Kılıçdaroğlu ve Özgür Özel var. Ancak Örsan Öymen ve Muhammed Aybars Akdoğan gibi henüz medyada kendisine yer bulamayan isimler de genel başkanlığa aday olduklarını açıkladı. Ne var ki bu iki isim 100 yıllık CHP’ye genel başkan adayı olduklarını açıkladıkları halde medyada yer bulamıyor. Örsan Öymen, zaman zaman yer buluyor farklı mecralarda ancak Muhammed Aybars Akdoğan bu kadar şanslı değil.
Geçtiğimiz günlerde Twitter üzerinden bana ulaşan Akdoğan, CHP genel başkanlığına aday olduğunu anlatan uzun bir mesaj atmıştı. Daha sonra İstanbul’da şans eseri karşılaştık ve kısa bir süre sohbet ettik. Kendisi, adaylığı ile alakalı medyada yer bulamadığını ve bununla ilgili mücadelesini sürdürdüğünü ifade etti.
20 yıldır medya dünyasının içerisinde birisi olarak bir şeyin haber değeri taşıyıp taşımadığını iyi bilirim. CHP gibi bir partinin genel başkanlığına aday olan bir kişi yaşı, deneyimi ve düşüncesi ne olursa olsun haber değeri taşır. Bir televizyonun veya gazetenin mutlaka davet etmesi, konuşması ve ilgi duyması gereken bir durumdur bu. Muhammed Aybars Akdoğan, genel merkezle çeşitli iletişim kazaları yaşamış olduğunu ve kendisine sunulması gereken bilgilerin tam anlamı ile sunulmadığından da şikâyetçi...
Oysa CHP gibi köklü bir partinin bu olayı pozitif bir duruma çevirmesi gerekirdi. Böylesine güçlü ve büyük bir partiye genç, dinamik ve heyecanlı bütün gençlerin aday olabileceği mesajı hiç fena olmazdı. CHP gibi bir partinin gençlere, insanlara, tüm yurttaşlara açık bir parti olduğu mesajı verilebilirdi. Her önüne gelen niteliksiz, sığ ve bıktıran sözde uzman kişileri ekranlara çıkaran TV kanalları, gazeteler vs. CHP genel başkanlığına aday olduğunu duyuran genç bir avukata yer verebilir, onu dinleyebilirdi. İşte demokrasi budur derdik o zaman.
100 yılı geride bıraktığımız cumhuriyetimiz, elbette gençlerin elinde yükselecek ve onlarla beraber geleceğe yürüyecektir. Hak ve adalet herkese eşit uygulandığında anlamlı olur ve orada demokrasiden bahsedilebilir. Aile içerisinde uygulayamadığımız adalet, eşitlik ve hak için başkalarının bizlere yaşattığı adaletsizlik/hukuksuzluktan şikâyet etmeye hakkımız olamaz. Umarım, içinde bulunduğumuz; demokrasiyi, adaleti, hukuku mumla aradığımız şu günlerde aradığımız şeyin yapmadıklarımızda saklı olduğunu anlayabiliriz. Unutmadan, yapılacak olan genel kurultay umarım İstanbul’daki il kongresinde olduğu gibi olmaz. Havuz medyasının bile yapmayacağı, söylemediği şeyler duyulmaz diye umut ediyorum.